14 Nisan 2008 Pazartesi

Torino'da bir bahar akşamında

İkisi Galatasaray’lı diğer ikisi Beşiktaş’lı olmak üzere 4 kişilik yediği, içtiği ayrı gitmeyen arkadaş grubumuz Perşembe sabahı Milano’ya iniş yaptık. Yol yorgunluğumuzu Galleria Vittoria’nın içindeki kafede 1-2 saat dinlenerek geçirdikten sonra İtalya’nın moda merkezi olarak kabul edilen Franciacorta Village’de birkaç parça alışveriş yaparak Milano turumuzu sonlandırdık. Güzel fizikleriyle gözlerimizi okşayan İtalyan kızları, yol yorgunluğumuzu çoktan almıştı. Alışveriş demişken Türkiye’de 2-2.5 katı fiyatına satılan Armani, Prada, Moschino gibi tanınmış markaların ürünlerini burada çok daha uygun fiyata alabilmek mümkün. Torino yolları taştan hesabı üstümüzde Galatasaray ve Beşiktaş formalarıyla Torino’ya vardığımızda meraklı gözlerin üzerimizde olduğunu çok geçmeden anladık. İnsanlara İngilizce derdimizi anlatmaya kalkarken anladıklarını fakat neden İtalyanca cevap verdiklerini tahmin etmek gerçekten zordu. İtalyan Lisesi mezunu Çarşı mensubu dostumuzun İtalyancası’nın bu kadar işe yarayacağını tahmin edemezdik elbette. Yoldan geçen ve daha sonra Juventus sempatizanı olduğunu anladığımız bir İtalyan, parçalı Sarı-Kırmızı formamızın üzerindeki amblemi tanıdığını söyledi. Avrupa arenasında eski günleri özlemiş bizler için ne kadar gurur verici bir durumsa Juventus taraftarının Beşiktaş’ı tanımaması da Beşiktaş’lı dostlarımız için bir o kadar üzücüydü. Juventus’un dünyaca ünlü 70.000 kişilik Delle Alpi Stadı’na nasıl gidileceğini öğrendikten sonra İtalyan dostumuzla birkaç dakika süren konuşmamız sona ermişti. Delle Alpi’nin çevresinde bir tur attıktan sonra maç saatinin de yaklaşmasıyla Palavela salonuna doğru yol aldık. Yeri gelmişken Santiago Bernabeu ve Nou Camp’ı görmüş bir futbolsever olarak Zebralar’ın Delle Alpi’sinin çok sıradan bir stat görünümüne sahip olduğunu belirtmeliyim. Palavela’ya yaklaştığımızda sokakların tenha olmasından çok az sayıda gurbetçinin geldiğini anlamıştık. 2’ye 2 bölünmemek adına Türkiye, Türkiye sesleriyle yürürken Türk polisinden çok daha modern ancak bir o kadar geri kafalı olduğu her halinden belli olan İtalyan polisine derdimizi anlatmak zorunda kalmak da can sıkıcı bir konuydu. Biletlerimizi salonun en ucuz kısmından satın almıştık dolayısıyla da en üst kısımda maçı izlemek gerçekten keyifsizdi. ultrAslan İstanbul tayfasının yönetimle yaşadığı kriz ve ultrAslan’ın İtalya’da herhangi bir taraftar derneğinin bulunmaması Galatasaray tribününü çok olumsuz etkiledi. Beşiktaş’ın Avrupa’daki kalesi olarak bilinen Çarşı Berlin ve İstanbul’dan gelen kapalı tribün tayfasıyla birlikte az sayıda taraftarla tribündeki yerini almıştı. Cüneyt Erden’in Hasan Kabze’ye nazire yaparcasına attığı son 7 saniyedeki üçlüğü bir Galatasaray’lı olarak kelimelere dökmek ne kadar imkansızsa bir Beşiktaş’lı için de o kadar üzücüydü. Her şeye rağmen Türkiye kazandı. Maç çıkışı meşhur İtalyan pizzasıyla karnımızı doyurduktan sonra soluğu otelimizde aldık. Ardından Galatasaraylılar olarak galibiyeti kutlamaya, Beşiktaşlılar içinse teselli bulmaya bir gece klübüne gittik. Yazının başında belirttiğim gibi Beşiktaş’lı dostumuz İtalyancasını Bollito’da konuşturarak keyifli saatler geçirmemizi sağladı. İtalyan kızlarıyla ilgili birkaç şey yazmak gerekirse; her ülkede olduğu gibi yabancı olarak gittiğiniz herhangi bir yerde ilgi odağı oluyorsunuz. Klasik uzun boylu, esmer İtalyan erkeklerine zıt biçimde benim gibi sarışın bir bünyeyseniz ilgi odağı olmanız çok olası. Bu noktada İtalyan kızlarının da hakkını vermek lazım. Guilia seni unutmadım demek ne kadar inandırıcı olur bilemiyorum. Kendinize Türkiye’de bunca yıl boşuna mı yaşadık gibi sorular sormak istemiyorsanız bir an önce İtalya’yı gidin, görün derim. Galibiyetin ve kilometreleri devirip armalarımıza desteği vermemizin haklı gururuyla Türkiye’ye dönerken 1 gün sonra oynanacak olan Trabzon maçının havasına çoktan girmiştik bile…

Hiç yorum yok: