28 Eylül 2008 Pazar

Ruud Van Nistelrooy


R.Betis 1 - 2 R.Madrid

18' Heinze
54' Sergio Garcia
90+1 Ruud Van Nistelrooy

Real Madrid için oldukça sıkıntılı geçen maçın son anlarında sahneye çıktı Ruud ve 3 paunı getiren golü Betis ağlarına gönderdi. Heinze'nin golünden sonra maçın kontrolünü Betis'e kaptırmıştı Real. Özellikle Marcelo'nun kanadından tehlikeli atakları oldu. Schuster'in anlamsızca Marcelo'da ısrar etmesini anlamıyorum. Savunma yönü oldukça zayıf bir isim ve deplasmanlarda oldukça sorun çıkartıyor Marcelo takıma. 54'te penaltıyı yaptırıp kırmızı kartla oyun dışı kaldıktan sonra S.Garcia kaçırdığı penaltının devamında durumu eşitledi. Sergio Garcia'dan blogda oldukça bahsettik. Transfer döneminin son gününde yapılan en iyi transferlerden birisiydi benim gözümde. Schuster'in bitime 10 dakika kala yaptığı Drenthe hamlesi tüm dengeleri değiştirdi bir anda. Drenthe, oyuna girer girmez takıma hareket getirdi ve Sergio Garcia'yı attırdı oyundan. Son saniyede başlıkta yazdığımız adam çıktı ve oldukça sakin bir şekilde gol vuruşunu yapıp yine kurtardı Real'i.

Betis'in ligde daha galibiyeti yok ama kötü bir takım olduklarını düşünmüyorum. Bu maçtada baskın oynayan taraf oldular. Önceki maçlarda alınan sonuçların beraberliğin baş sorumlusu olarak Pavonne gösterilebilir. Kaçırdıklarıyla Betis taraftarının saç oranını düşürmüştür önceki maçlarda. Düzgün bir forvetle alt sıralardan kurtulabilecek bir kadroya sahipler aslında. Mehmet Aurelio, Türkiye'de nasılsa aynen devam ediyor İspanya'da.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Başımız sağolsun



İnsan tanıdığı, sevdiği birisinin arkasından kolay kolay birşey yazamıyormuş. Eşi ve oğlu Atahan'ın sağlık durumları iyiymiş. Allah rahmet eylesin, kalanlara da sabır versin.
Tribünde bir eksik, cennette bir fazlayız artık ..

26 Eylül 2008 Cuma

25 Eylül 2008 Perşembe

Real Madrid 7 - 1S.Gijon

Raul mu Higuain’mi tartışmalarına ikisini beraber oynatarak çözüm bulmuştu Real. Bugünde beraber çıktılar Nistelrooy’un yokluğunda. Rakipleri ise La Liga’ya yükseldiğine pişman olan Sporting Gijon'du. Real, Barca’nın 6 olarak belirlediği tarifeyi 7’ye yükseltti bugün. İlk iki gol tekrar tekrar izlenecek derslik goller. İlk golde De La Red’in topu kaldırması,Raul’un kafa ile aşırtması Vaart’ın koşusu ve vuruşu. Raul 2 gol 1 asistle bitirdi maçı. Attığı aşırtma golü ile kendisine yapılan eleştirilere tokat gibi cevap verdi Büyük Kaptan. Sporting, Sevilla’yı oldukça zorlamıştı ama sonuçta 4 gol görmüşlerdi ağlarında. Barcelona’da La Liga’da ilk galibiyetini Sporting karşısında 6 golle almıştı. Onların şanssızlığı fikstürleri olmuş. Sevilla-Barca-Real ile üst üste karşılaşmak direk bahtsız bedevi olayı lige yeni çıkan oldukça mütevazı bir takım için. 4 maç sonunda kalelerinde 19 gol gördüler.

Atletico Madrid bu sefer deplasmanda kazanmayı başarmış. Getafe önünde 2-1 galip geldi Atletico. Bu hafta Aguero susmuş, Pongolle ise devam etmiş. Villareal, geçen sene kaldığı yerden aynen devam ediyor. Fazla dikkat çekmeden puanları topluyorlar. Betis, Barcelona karşısında puana yaklaşmış ama Gudjo izin vermemiş. Betis’in oynadığı maçların geniş özetlerini izledim. Pavonne’nin fırsatları cömertçe harcamasına bir çare bulamazlarsa geçen senelerde yaşadıkları sıkıntıları tekrar yaşarlar. Bugün kesik yemiş zaten Pavonne. La Liga’da yarın 4 maç daha var. Almeria ve Valencia yukarıya çıkmak için uğraşacaklar rakipleri karşısında.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Ref ! are you blind?

Dün akşam bir dostum sağolsun, sayesinde haberim oldu bu durumdan akşam hemen nette inceledik tabi. Geçtiğimiz hafta cumartesi günü oynanan Watford - Reading maçından bahsediyorum. Sitelere baktığımda maçın bitiminden beri neredeyse bir çok yerde konuşuluyor bu konu ve açıklamaların ardı arkası hala kesilmedi. Maçın 13. dakikasında Reading soldan bir korner kullanıyor sonrasında yaşanan karambolde top kalecinin müdahalesinde direkten dönüyor, tehlike savuşturuluyor ortada ekstra birşey yok. Kaleci topu alıp oyuna sokma çabasındayken takım arkadaşları ileriye, Reading'li oyuncular ise kendi sahalarına dönmeye uğraşıyor. Sonrasında dikkat edilince hakem eli santrayı gösterir bir şekilde ortaya doğru koştuğu farkediliyor, yardımcı ise aynı şekilde ortaya doğru koşuyor. Defalarca seyretseniz de pozisyonda topun kaleye en yakın olduğu mesafe en az yarım metre. Sonrasında ise itirazlar tabi sonucu değiştirmiyor gol geçerli sayılıyor ve maç 2-2 bitiyor, işin bir diğer tarafı böylesine garip bir gol kararı çıkaran hakemin Reading adına bir de penaltı kararı var.

Maç sonunda asıl şenlik başlamış tabi, Step Hunt "gördüğüm en kötü hakem kararı" derken pozisyonun kahramanlarından Noel Hunt ise klasiğin gözüne vururcasına " hakem de insan, herkes hata yapabilir" demiş. Hakemler birliği başkanı ise forma renkleri, güneş ve açıdan kaynaklı bir göz yanılması olacağını söylemiş ki bahane çabası takdire şayan gerçekten. Sonrasında ise futbolun insanlar için olan bir spor olduğunu bu tip hatalarla karşı karşıya kalınabileceğini, hatayı kabul ettiklerini fakat kurallar gereği maçın tekrarının mümkün olmadığını söylemiş.

Watford'un maç tekrarı için bir başvurusu yok ve sanırım olmayacak, konu hakkında FA bunun kurallar dahilinde mümkün olmadığını, tekrarın olmayacağını belirtmiş. Olan "Ufo" golüyle birlikte 2 puanı uçan Watford'a oldu.

Zakumi




Afrika'da yapılacak 2010 dünya kupasına daha neredeyse 2 seneye yakın zaman varken turnuvanın maskotu tanıtıldı. Zakumi adı verilen Leopar'ın ilginç isminin de manasını organizasyon yetkilileri açıkladı; Za Güney Afrika'yı temsil ederken, kumi de dillerinde 10 anlamına geliyormuş. Enteresan bir yaklaşım ve diğer kupalardaki maskotlar kadar da içim ısınmadı pek açıkcası. Alışırız umarım

Carling Cup

Dün gece avrupa'da kupa mücadelesi vardı. Arsene Wenger'in ilk 11'i 20 yaşında olan kadrosu Sheffield'ı yarım düzineyle geçerken, Pool garip istatistiklerle dolu olan Crewe maçlarına bir yenisini daha ekleyerek zor da olsa 2-1'le geçmeyi başladı. One United ise Boro karşısında Ronaldo katkılı genç kadrosuyla çıktı. Maç eksiği göze çarpan oyuncu gene de takımının ilk golüne imza attı. Sonrasında ise Boro defansa çarpan topun 18'lik genç kaleciyi yanıltmasıyla beraberliği yakalasa da tecrübe konuştu. Giggs defansın hatasını affetmedi ve şık bir gol vuruşuyla takımını öne geçirdi. Belirtmeden geçmeyelim oyundan çıkmadan önce yaptığı hücum ise gerçekten şahaneydi. Son noktayı ise golü unutan Nani'den geldi. Defans hatasını affetmedi ve skoru 3-1'e taşıyarak geceyi sonlandırdı.

Gecenin keyif vermeyen tek kişisi ise kasap lakabını fazlasıyla hakeden Pogatetz'ti. 66.dakikada United'da ilk resmi maçına çıkan 19 yaşındaki genç oyuncu Rodrigo Possebon'un kariyerini bitirmeye yönelik hareketi kırmızı kartla sonuçlandı. Genç brezilyalı'nın ilk kontrolünde kırık var şüphesi olsa da bugün gelen haberlerde kırık olmadığı yan bağlarında aşırı zedelenme olduğu yazılmış. Maçı seyreden biri olarak kesin birkaç yerinden kırıldı ayak demiştim ama çok şükür ki öyle bir şey olmamış. Pogatetz'e de umarım iyi bir ceza verilir.

Arsenal 6 - 0 Sheffield United
Burnley 1 - 0 Fulham
Leeds United 3 - 2 Hartlepool
Rotherham United 3 - 1 Southampton
Swansea 1 - 0 Cardiff
Watford 1 - 0 West Ham
Liverpool 2 - 1 Crewe
Manchester Utd. 3 - 1 Middlesbrough
Stoke City 2 - 2 Reading*
Sunderland 2 - 2 Northampton*

West Ham & Sheffield United Round II

Geçen sezonun sonunda West Ham - Sheffield küme düşmeme mücadelesi içerisindeyken, West Ham son hafta Manchester United'ı deplasmanda Carlos Tevez'in golüyle mağlup ederek EPL'de puan farkıyla kalmayı başarmıştı. Şaibeli bonservis ve transfer usulsüzlüğünde neredeyse rüşvet kapsamında Tevez'in West Ham'a faturası ağır oldu. Sene sonu olduğu için puan silme hatta ligden düşme cezası uygulanamadı ama West Ham'a bu durumdan ve yapılan transfer usulsüzlüğünden dolayı £5.5 milyonluk ceza kesildi. Tevez malum olduğu üzere artık United'ın sözleşmeli oyuncusu ve bu olaylardan artık çok uzakta keyfine bakıyor. Klüpler arasındaki mücadele ise henüz bitmedi. Sezon sonu küme düşme savaşının verildiği günler olması itibariyle bu durum hafifltici sebep sayılmış ve para cezasıyla yetinilmişti. Sheffield United ise bu işin peşini bırakmadı ve 16 aylık büyük uğraşın sonunda isteğine bir adım daha yaklaştı. Tahkim kurulu olarak nitelendirebileceğimiz üst mahkeme West Ham'a konuyla ilgili bir ihbar yolladı. Sheffield United'ın küme düşmenin getirdiği mali yük, tv gelirleri, değer kaybı vb şeylerden dolayı istediği tazminat tutarı ise West Ham açısından dudak uçuklatacak cinsten. Tam £30 milyonluk tazminat talebi var Sheffield'ın ve gerekçe de "transfer usulsüzlüğünde puan silinmeliydi".



Taraflar önce kendi aralarında anlaşmaya çalışacaklar. Eğer kendi aralarında anlaşamazlarsa tahkim kararına göre hareket edecekler. Tabi West Ham meseleyi çözülemezse uluslararası arenaya taşımayı düşünüyor. Bu mercii ise bizim yakından tanıdığımız CAS. Gelişmeleri yakından takip ediyor olacağız, gerçekten bu kavga da round sayısı ikide kalmaz.

Zola Westham'ın başına geldiğinden beri çeşitli aksiliklerle uğraşıyorken bir de klüp böyle çalkantılarla uğraşıyor. Bu arada kendisine bir kötü haber de dün Carling Cup'ta geldi Watford 1-0'la geçti West Ham United'ı. Deplasmanda mağlubiyeti alışkanlık haline getirmeye başladılar.

23 Eylül 2008 Salı

NBA Preview - Atlanta Hawks

Bir süredir işlerim nedeniyle yazamadığım için üzgünüm. NBA'deki 30 takıma alfabetik sırayla preview yazmaya başlıyorum. İlk takımımız Atlanta Hawks.


Sene sonu derecesi: Doğu 7-8.si

Gelenler: Maurice Evans, Randolph Morris, Thomas Gardner, Ronald “Flip” Murray, Othello Hunter

Gidenler: Josh Childress, Salim Stoudamire

Muhtemel ilk 5: Mike Bibby-Joe Johnson-Marvin Williams-Josh Smith- Al Horford

Önce kısaca bu isimlere değinelim. Hawks’ta, geçtiğimiz sene Celtics serisini 7. maça taşıyan iskelet korundu. Özellikle, Grizzlies’in 5 yılığına 58 milyon dolarlık anlaşma imzalattığı Josh Smith’e aynı para ödenerek takımda tutulması çok önemliydi. Smith belki henüz mental olarak yetersiz denilebilir. Örneğin hücumda çok fazla yanlış karar verdiğini ve bunun takımına zarar olarak döndüğünü biliyoruz. Ama fiziksel özelliklerine bakacak olursak belki de NBA’de ondan daha atletik bir forvet yok. Ayrıca kendini geliştirme çabası içinde olduğunu da söylememiz lazım. İki sene evvel her maç en az 2 tane üçlük denerken, %25 isabet oranının yeterli olmadığını idrak ederek geçtiğimiz sezon maç başına sadece 1 tane denedi. Henüz 22 yaşındaki bir oyuncu için güzel bir adım.

Smith’i bu kadar övdük ama 3 yıldır bu takımı taşıyan isim, Joe Johnson. İkili ve üçlü sıkıştırmalara maruz kalan o. Defansın bu kadar kendisine yoğunlaşmasına rağmen bir şekilde sıyrılıp sayıları bulan ve NBA’in sayılı skorerlerinden biri haline bürünen o. Takımın liderliğini yapan, arkadaşlarına pozisyon hazırlayan o. Takım halinde hazırlanan pozisyonlarda boş üçlükleri tek değerlendiren o. Josh Smith ile beraber en iyi savunma yapan o. Zaten başka ne kaldı ki? Boşuna demedim bu takımı 3 senedir taşıyor diye. Ancak artık bu işi tek başına yapmak zorunda değil. Geçen sezonun ortasında takas ile takıma gelen bir adam ona belli alanlarda yardım etmeye devam edecek.

Kim mi o adam? Tabii ki Bibby. Peki Hawks’un onu alma nedeni nedir? Takımda JoJo’dan başka arkadaşlarına pozisyon yaratabilecek birinin bulunması. Ayrıca hayatı boyunca kritik şutlara imza atmış Bibby’nin, gerektiğinde sorumluluğu JoJo’dan devralması. Bir başka önemli nokta da, Bibby’nin yaratılan boş üçlük fırsatlarını değerlendirecek olması. Gerçi playofflarda Hawks’un güvenini boşa çıkarmış bir Bibby var: %33 saha içi, %29 üçlük isabeti, 3 asist ortalaması. Açıkçası maçları izlerken Bibby’i tanıyamamıştım. Belki de ameliyat geçirdiği baş parmağını, ufak da olsa yeniden sakatlaması onu sezonun sonunda ve playofflarda etkiledi. Kendisi ufak tefek rahatsızlıklardan dolayı asla konuşmadığı için bunu bilemeyiz. Sonuç olarak ben seneye takıma uyum sağlamış ve formda bir Bibby bekliyorum.

Geçtiğimiz yıl Horford, Hawks taraftarları ve yönetimi için çok büyük bir gurur kaynağı oldu. Kendisi belki çaylaklar içinde NBA’e en hazır oyuncu olarak görülüyordu, belki ilk 5’teki pivot pozisyonunu Zaza’dan devralması beklenen birşeydi. Ancak henüz çaylak yılında, Hawks’a defansta yaptığı katkıları muhtemelen pek fazla kişi öngörmemişti. Horford gerçekten tatlı bir sürpriz oldu Hawks için. Gelecek sezon ise kendisini daha da geliştireceğinine kesin gözüyle bakıyorum.
Marvin Williams ise bu takımın çok şeyler bekleyerek draft ettiği bir isim. Bilmeyenleriniz için Hawks’un, Marvin için hangi iki oyun kurucuyu es geçtiğini söyleyeyim: Chris Paul ve Deron Williams. Gözleriniz faltaşı gibi açıldı değil mi? Bence açılmalı. O yıldan beri bir türlü istedikleri oyun kurucuyu bulamadılar. Taa ki Bibby’i takasla getirene kadar. Neyse daha derine inersek, başlı başına bir yazı konusu çıkar. Marvin için zamanında çoğu otorite potansiyelinin çok yüksek olduğunu belirtmek amacıyla, “Limiti gökyüzü” şeklinde tabirler kullandılar. Ancak Marvin bu yeteneklerini henüz NBA’de gösterebilmiş değil. Belki üçlük tehdidi sağlarsa, o zaman korkulan bir oyuncu olabilir. Yazın bu özelliğini geliştirmek için özel olarak çalıştığını okudum ama yazın çoğu oyuncu için bu tür haberlerin yazıldığına şahit oluyoruz. Yani anlayacağınız beklemekte yarar var.

Gelelim Hawks’un bench’ine. Josh Childress onlar için çok büyük bir kayıptı. Şutör guard ve kısa forvet mevkilerinde atletikliği ve potaya gitme kabiliyetiyle skora katkı yapan Childress, aynı zamanda takımının en iyi savunmacılarından biriydi. Onun yerine Joe Johnson ve Marvin’in yedeği olarak Maurice Evans’ı aldılar. Doğruyu söylemek gerekirse Evans benim beğendiğim bir oyuncu değil. Hele Childress’ın yerini doldurması bana göre neredeyse imkansız, ancak Hawks’un boş üçlük isabeti bulmasına yardımcı olacaktır kenardan gelip. Takıma yeni katılan bir başka kısa ise Flip Murray. Joe Johnson’ın oturduğu dakikalarda görev alacak olan Murray de takıma sayı katkısı yapacaktır. Bibby’nin dinlendiği sürelerde ise Law ve Claxton dakika almak için çekişecekler. Claxton’ın 1.5 senedir dizlerindeki problemler nedeniyle oynamadığını, Law’un ise ilk senesinde beklenenin çok altında kaldığını göz önüne alırsak, Murray’in oyun kurucu mevkisine de kayacağını söyleyebiliriz. Uzun rotasyonunda ise yakından tanıdığımız Zaza ve New York’un eski oyuncusu Randolph Morris bulunuyor. Bu iki oyuncunun pek fazla katkı yapacağını söylemek zor. Aslına bakarsanız, Hawks takımının ilk 5’inde bir sakatlık olmadıkça, Maurice Evans haricinde ciddi bir katkının gelmesini beklemiyorum kenardan. Hawks şanssız bir şekilde JoJo veya Smith'i sakatlığa kurban verecek olursa, çok zorlanacaklardır. Çünkü ellerindeki yedeklerin yeterli olup olmadığı tartışılır. Evet, bir tek Childress'ın ayrılması bile beni böyle konuşmaya itiyor maalesef.
Takımın oyun stiline değinelim biraz da. En başta, bu takım hala JoJo’nun takımı. Yorgunluktan düşüp bayılmadıkça, hücumda her top onun eline değecektir. Ayrıca uzun forveti Josh Smith olan bir takımın hızlı hücuma çıkacağına dair de şüphe yok. Kendisi hem bloklarıyla hızlı hücumu başlatabiliyor, hem de hücuma rakip uzunlardan çok daha çabuk koşabiliyor. Bibby ise yukarda belirttiğim gibi, Sacramento yıllarındaki skorer oyunundan çok, kendisine hazırlanan dış şutları değerlendirecek. Tabii ki arkadaşlarına pozisyon hazırlamakta da yaratıcılığını kullanacak. Savunmada ise içerde Horford'un savaşçılığı ile rakipleri püskürtselerde, Smith’in uzun forvet mevkisinde biraz kısa kaldığını söylememiz lazım. Her ne kadar playofflarda Garnett’e muhteşem bir savunma yapmış olsa da, örneğin bir Elton Brand’e veya Jermaine O'Neal'a karşı daha çaresiz kalacağını düşünüyorum. Tabii bu olay daha çok playofflarda geçerli olacaktır.

Hawks, normal sezonda ise playofflara kalacak kalitede bir takım. Ancak şunu unutmamalı ki, doğu konferansı bu sene çok güçlendi. Örneğin incelemelerini daha sonra yazacağım Celtics, 76’ers, Cavs, Pistons, Magic, Raptors takımları yine Hawks’un önünde olacaklardır. Son iki sıra için ise çok sayıda aday var: Bulls, Heat, Bucks, Bobcats ve Hawks. Ben bu takımın, yarıştan galip çıkacağını düşünüyorum ancak kılpayı da olsa playoffları kaçırma şansları bulunuyor.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Chelsea 1 - 1 One UNITED

Ligin ikinci big four maçında United Stamford Bridge'de skoru bir kez daha koruyamadı ama bu sefer yenilmedi. Chelsea'de Deco'nun ısınırken sakatlanması dolayısıyla sahaya Ballack'ı süren Scolari dersini iyi çalışmış, Grant ve Mourinho'nun değişmez şablonunu tekrar sahaya sürmekte sakınca görmedi. Terry ise gene sahadaydı masa başında iyi iş çıkarmışlar diyelim. Essien'in yokluğunda onun yaptığı iş bu sefer Obi Mikel'e düştü.

Maça United da cezalı Vidiç'in yokluğunda Evans'la başladı. İrlandalı iyi bir oyun çıkardı diyebiliriz. Ferguson Park kozunu da sahaya sürmüş, dirençli ve hızlı bir yapıya sahip olmak istemişti. Ronaldo ve Tevez tercihleri ise tartışmaya açık kararlardı.

Maçın başlarında United çok daha ataktı rakibine göre Cech'in hatalı pasında boş kaleye Rooney'in gol yapamaması ayrı bir talihsizlik oldu. Bu arada ayrı bir not olarak Rooney golcü mantalitesinde değişim yaşıyor. Bu oyun tarzıyla çok çok iyi olacak. United bu baskısının sonucunu Rio'nun ekstrasıyla ve arka direğe iyi koşu yapan Park'la attığı golle buldu. Sonrasında ise tartışmalı penaltı pozisyonunda Riley bana göre doğru karar verse de United bu pozisyon sonrasında Van Der Saar'ı kaybetti, kaleye de Kuszczak geçti. İkinci yarı ise hamlelerle başladı. Scolari Malouda'yı çıkarttı forvet soktu, Anelka'yı daha sola kaydırdı. Bu tabi oyunun biraz daha United sahasına yerleşmesine sebep oldu. Bu arada Drogba'nın saçları iğrenç olmuş.

Ferguson'dan zayıf kalan Berbatov yerine çok daha güçlü bir Tevez hamlesi gelebilirdi ama gelmedi. Ronaldo değişiklikleriyle birlikte topu karşı sahada tutma ve hızlı taşıma düşüncesi de gerçekleşebilirdi böylece, ama Sir bunu tercih etmedi. Ballack'ın çıkıp da Kalou'nun girmesiyle Scolari son kozunu da oynadı, zar attı ve tuttu da denebilir aslında. Oyuna sonradan giren Kalou, United savunmasının orta ikilisi adamlarını kaçırınca bomboş bir kafa vuruşuyla golü attı. Tabi golden bir önceki pozisyon da United adına Rooney'in son vuruşu düzgün yapamaması da ayrı bir etken, 2-0 olacak maç bir pozisyon sonrasında beraberliğe taşındı. Maç sonunda karşılıklı ataklar sonucu değiştirmedi. Chelsea evinde kaybetmemeyi bildi, United ise zorlu fikstürüne, alışılageldik sezon başı kötü oyunu ve yeni düzelen oyuncularının formsuzluğuna rağmen bu sezonun en iyi oyunuyla Londra'dan puanla ayrıldı.

Chelsea: Cech, Bosingwa, Carvalho (Alex 12), Terry, Ashley Cole, Obi, Joe Cole, Ballack (Kalou 74), Lampard, Malouda (Drogba 46), Anelka
.
Man Utd: Van der Sar (Kuszczak 32), Neville, Ferdinand, Evans, Evra, Fletcher, Hargreaves, Scholes (Ronaldo 55), Park (O'Shea 75), Berbatov, Rooney

Happy Birthday



Bazı oyuncular her zaman özeldir, sakatlıklarla boğuşsalar da, avrupa da tuttuğunuz takımın rakibi bir takıma transfer olsalar da o oyuncu için kalbiniz de her zaman bir yer vardır. Harry Kewell'da bu ülkedeki birçok gerçek futbolsever için öyle bir adam. Leeds'te oynarken Viduka'nın yanında oynayan süper yetenekli ve futbolun şık yüzü olan Kewell'a hayranlıklar bu ülkedeki birçok kişi için o dönemden başlar. Sonrasında Anfield dönemi boyunca takımla arasında problemleri, fazlasıyla yaşadığı sakatlıklar ve sonunda Pool'dan kopuş süreci, ( ki o dönemde bile az da olsa attığı şık gollerle içimizi ısıtmayı başarmıştı). Ve sonunda yeni bir başlangıç umuduyla Türkiye'ye gelmesi... Açıkcası transferini ilk duyduğumda hem şaşırmış hemde çok sevinmiştim, bir tarafımızda endişelerde olsa Kewell'ın o eski yetenekli çocuk gibi futbolu arzuyla oynamasıyla keyfimiz yerine geldi. Galatasaray formasıyla gene şık ve keyif veren gollerine devam ediyor. Sakatlansa ya da kötü oynasa diye bekleşenler umarım daha çok beklerler. Sakatlıklardan çok çektiğimiz şu dönemde Allah esirgesin diyelim. Futbol böyle adamlarla güzel gerçekten.

Avustralya'da verdiği röportajı da linkte bulabilirsiniz

http://www.galatasaray.org/futbol/futbol_as/haber/1970.php

Nice mutlu yıllara Harry Kewell

20 Eylül 2008 Cumartesi

B.Münih & Liverpool

Geçen sezon çok fazla zorlanmadan şampiyon olan Bayern’in başına Klinsmann’ın geleceği çok önceden belli olmuştu. Sezona Ribery gibi büyük güçten mahrum kalarak giriş yapan Bayern sezona da pek iyi başlamadı. Sezonun ilk maçında Hamburg karşısında 2-0 öne geçmelerine rağmen skoru koruyamamışlar ve 2-2’lik sonuçla 1 puana razı olmuşlardı. 2.haftada bu sefer Dortmund beraberliği gelmişti. Klinsmann zamana ihtiyacımız var demiş üst üste Köln ve Hertha maçlarını kazanarak rahatlamıştı. Werder Bremen ile karşılaşacakları zaman gollü bir maç bekliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Bremen, resmen dağıttı Bayern’i. İlk yarıda Naldo ve Rosenberg’den 2 gol buldu Bremen ve devre o şekilde bitti. İkinci yarıda Bayern’in toparlanmasını beklerken 54.te Mesut Özil mükemmel bir şut çıkardı, 59.da Pizzaro ve 67’te Rosenberg durumu 5-0’a getirdi. Bayern taraftarının bir bölümü bu dakikadan sonra maçı arkalarına dönerek tepkilerini gösterdiler. Bremen’in 5 tane attık daha kasmanın anlamı yok dediği anlarda eski Bremen’li Borowski 2 gol atarak hezimeti azda olsa hafifletti. 5-0’dan sonra ekrana bol bol tribünde telefon kulağından düşmeyen Ribery geldi.

Günün bir diğer sürprizi de Liverpool’dan geldi. Kendi evinde Stoke City ile karşılaşan Lpoll’un 3 puana rahat ulaşacağı bekleniyordu. Maçın büyük bölümü Stoke City ceza sahasının etrafında oynanasa da bir türlü sonucu getirecek gol gelmedi. Keane ve Torres altı pastan 3 tane net fırsatı harcadılar. Keane’nin bir an evvel gole kavuşması lazım, şu anki hali hiç iç açıcı değil. Stoke City’nin en tehlikeli atakları taç atışlarından geldi. Futbol Kulubü programında U.Meleke bahsetmişti bu organizasyonlarından, bugün görme fırsatım oldu. Rakip yarı alanda nerede olursa olsun taç atışını ceza sahasına gönderdiler direk. Geçtiğimiz senelerde de bu tarz puan kayıplarıyla yarıştan kopuyorlardı. Chelsea-United maçının olduğu haftada bu puan kaybını ileride çok arayabilir Liverpool.

18 Eylül 2008 Perşembe

Şampiyonlar Ligi 1.Hafta

Şampiyonlar Ligin’in 2.gününde temsilcimiz Fenerbahçe, Porto karşısına çıktı. İlk 15 dakikada gelen 2 golden sonra Lisandro’nun kaçırdığı net fırsat neler oluyor dedirtti ama Güiza 2-1 ile azda olsa umutlandırdı Fenerbahçe’yi. Lisandro o aşırtma denemesinin bedelini çok ağır ödeyebilirdi ama Fenerbahçe’de bu hesabı kesecek güç ve istek yoktu dün sahada. Arsenal, Kiev deplasmanında 1-1’lik beraberliği 88’de kaptan Gallas ile kurtarmış. Beraberlik golünden önce Kiev Arsenal defansında Toure’yi tek başına yakalamıştı ama hatalı pas tercihinin dönüşü 3 puanı ellerinden aldı. E grubunda dün gece oynanan 2 maçta da gol sesi çıkmamış. United kendi sahasında Villareal’le Celtic’te Aalborg ile 1’er puanı paylaştı. Celtic’in birazda hakem kurbanı olduğunu söyleyebiliriz. Ronaldo ise sakatlıktan sonra ilk kez Villareal karşısında forma giydi. Gecenin en ilginç maçı Lyon-Fiorentina arasında oynandı. Gilardino’nun 2 şık kafa golüyle 2-0 öne geçen Fiorentina bu skoru koruyamamış. Lyon, ilk golde ceza sahasında yatan Fiorentina’lı oyuncuya rağmen topu dışarı atmayarak 2-1’i yakaladı. 2.golde ise Juninho yine kaleye vuracak diye beklerken akıllı bir organizasyon ile Benzema’ya golü attırmış. Dün geceye nazaran sürprizsiz bir gece oldu. Gecenin toplu sonuçları ;

M.United 0 – Villareal

Celtic 0 – 0 Aab

S.Bükreş 0 – 1 B.Münih

Lyon 2 – 2 Fiorentina

Porto 3 – 1 Fenerbahçe

D.Kiev 1 – 1 Arsenal

Juventus 1 – 0 Zenit

Real Madrid 2 – 0 Bate

17 Eylül 2008 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi Başladı

Ön elemelerden sonra esas gösteri bugün başladı Şampiyonlar Ligi’nde. Star’ın maç tercihini görünce yetti artık Lpool maçları demiştim ama Marsilya’nın da katkılarıyla oldukça güzel bir maç izledik. Benim tercihim D grubunun diğer maçı Psv-Atletico Madrid olacaktı ama net üzerinde bir türlü düzgün bir adres bulamadığımdan Star’ın karşısına geçtim. Marsilya ilk önce Niang’ı kaçırdı defansın arkasına ama Niang’ın yavaştan alması pozisyonu harcattı. Daha sonra Cana kaçtı yine bu sefer affetmedi Marsilya. Marsilya oldukça iyi oynadığı dakikalarda bulmuştu belki golü ama Gerrard insanlık dışı bir gol attı,sonra gitti penaltıdan yazdı 2.golü. Maçı berabere bitirebilirdi Marsilya ama doğru vuruşu yapamadılar son hamlelerde bir türlü. Grubun diğer maçında Atletico Madrid’in puan alacağını tahmin ediyordum ama deplasmanlardaki etkisiz oyunları yüzünden 1’er puan paylaşılır diye tahmin etmiştim. Aguero-Luis Garcia ikilisi buna izin vermemiş. Aguero maçı 2 gol, Garcia’da 2 asistle tamamladılar. 3-0 gibi net bir skorla Atletico Madrid ŞL’ye 3 puanla başladı.


Günün en büyük sürprizi Romanya şampiyonu Cluj’dan geldi. 1-0 yenik duruma düştükleri Roma deplasmanında 2-1 kazanmayı bildiler. Özetlerden gördüğüm kadarıyla hak ederek-daha fazla pozisyona girerek almışlar bu galibiyeti. Chelsea’de Bordeaux karşısında güle oynaya 4-0’lık net bir skor elde etti. 2.lik için büyük mücadele olacak bu grupta. Günün 2.büyük sürprizi Anorthosis’den gelmiş. Almanya’da Werder’den 1 puan almışlar. Tabi Pizzaro’nun kaçırdıklarının da payı büyük gözüküyor bu 1 puanda. Jose’li İnter zorlu Pana deplasmanından 3 puan çıkartmışlar. Özetlerde İbrahimovic’in tek başına Pana savunmasını dağıttığı gördük. Günün toplu sonuçları ;

Chelsea 4 - 0 Bordeaux

Roma 1 – 2 Cluj

Panathinaikos 0 – 2 Inter

W.Bremen 0 – 0 Anorthosis

Barcelona 3 – 1 Sporting

Basel 1 – 2 Shaktar

Marsilya 1 – 2 Liverpool

Psv 0 – 3 Atletico Madrid

15 Eylül 2008 Pazartesi

La Liga'da 2.Hafta

La Liga’da 2.hafta maçlarında Barcelona kendi evinde yine puan kaybetti. İlk hafta Numancia karşısında aldığı yenilgiyle büyük şok yaşayan Katalanlar kendi evlerindeki Santander maçında sezonun ilk galibiyetini almayı bekliyordu. 70’de Messi’nin penaltıdan attığı golle öne geçmesine rağmen 76’da Perreira’nın golüne engele olamadılar. Guardiola, çok sevilen bir isim olmasına rağmen bir an önce takımı toparlayamazsa kendisine olan sevgi bulunduğu mevkide kalmasına yetmeyecektir. Barca cidden kötü top oynuyor ve sadece Messi’nin ayağına bakıyor. Bu arada Hleb’de maçta aldığı darbe sonucu 3-4 hafta sahalardan uzak kalacakmış. Geçen haftanın en büyük sürprizini yapan Numancia ise bu hafta Real Madrid’e konuk oldu. Bir sürpriz daha gerçekleştirmeye çok yaklaştılar ama güçleri yetmedi. Bu haftanın en güzel maçıydı La Liga’da. 4-3 Real galibiyetiyle sonuçlanan maçın ilk yarısında tam 6 gol vardı sahada. Numancia 2 kez öne geçti ama Real sürekli karşılık verdi Numancia’ya. Özellikle ilk yarıdaki oyunuyla Guti kendisine hayran bıraktı izleyenleri. Defansta büyük açıklar verdi Real. Metzelder’in performansı görülmeye değerdi, tuttuğunu indirdi-deplasmanda olsaydı maçı tamamlayamazdı. En son Diarra ile havada çarpışıp kanlar içinde kalmıştı Alman stoper. Real Madrid için bu maçın bir diğer önemi lig tarihinde attığı 5000.gole sahip olması oldu. 5000.gole imzasını Guti attı. Haftanın en zevkli 2.maçında ise Sevilla-Sporting Gijon ile oynadı. 2-0 geriden gelip maçı çevirmeyi başardı Sevilla. Bu maçında ilk yarısında tam 6 gol seyrettik. İkinci yarıda Kanoute kalecinin de yardımıyla maçın skorunu 4-3 olarak tayin etti.


Geri kalan maçlar skor açısından oldukça kısır geçti. 2 maçını da kazanan tek takım Espanyol oldu La Liga’da. Atletico Madrid, Valladolid deplasmanında hayal kırıklığı yarattı. 21.dakikada 10 kişi kalan Valladolid maçı 2-1 kazandı. İspanya’da top koşturan Türk oyuncuların başında sakatlık problemleri var. Ersen-Nihat ve Aurelio sakatlıkları yüzünden yoklardı. İbrahim Kaş ise ilk 18’de yer bulmasına rağmen oyuna girmedi. Real Socieadad’ta top koşturan Necati ise son 6 dakika forma şansı bulabilmiş yeni takımında.

La Liga’da haftanın toplu sonuçları ;

Real Madrid 4 – 3 Numancia

Sevilla 4 – 3 Sporting

Barcelona 1 – 1 R.Santander

Almeria 2 – 2 Valencia

R.Valladolid 2 – 1 A.Madrid

Villareal 1 – 0 Deportivo

Malaga 0 – 0 A.Bilbao

R.Huelva 0 – 1 Espanyol

Getafe 0 – 0 R.Betis

Mallorca 1 – 1 Osasuna

13 Eylül 2008 Cumartesi

Taçsız Kral


17 sene oldu aramızdan ayrılalı.
Nur içinde yat Taçsız Kral.

"Sarı-kırmızılı renklere küçükten beri hayrandım.Galatasaray İzmir'e geldiğinde okuldan kaçar, maça giderdim.Bence Galatasaraylılık din gibi,mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır.Galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım."

"Fenerbahce 20 bin, adalet bir yıl için 10 bin lira transfer ücreti teklif ederken, ben Galatasaray ile yıllığına 8 bin liraya anlaşma yaptığım gün mutluluktan uçuyordum..."

"Sahaya çıkmadan önce Allah'a dua eder, sahaya en son çıkmayı uğur sayardım.Aut çizgisini geçerken daima sağ ayağımı atardım.Maça başlamadan önce arkadaşlarım kaleye şut atarken, ben dolanıp durur, oyun başlayıncaya kadar topa vurmazdım... Sakatlandığım zaman, secde ederek iki elim önde 'Allah'ım sen bacaklarımı koru' diye dua ederdim."

"Galatasaray'ın alt yapısında 18 tane Metin vardı... Galatasaray'daki bu Metin'lerin sayısı bana söylendiğinde önce inanmamıştım. futbol okulunun çeşitli kademelerinde bu Metin ismi dikkat çekmiş ve onları biraraya getirmişler. sonra da bana haber verdiler,gittim hepsini kucakladım."

"Fenerbahce'ye attığım ağları yırtan golüm çok konuşulmuştu.Hikayesi ise şöyledir ;Fenerbahce ile oynayacağımız her maçın havası ayrı olurdu. 1959 yılının 10 haziran günü oynayacağımız milli lig'in ilk final maçının önemi çok büyüktü. futbol federasyonu bu kritik maça yugoslavya'dan hakem getirmişti. tansiyon yüksekti.Maçtan bir gece önce Çınar otelde yugoslav hakemin üç fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce, İstanbul'da kıyamet koptu. Galatasaray kulübünün telefonları ihbarlarla inliyordu:'maç Çınar otel'de masa başında satıldı...yugoslav hakem Fenerbahce'yi galip getirmek için ne lazım gelirse yapacak!..' bunun üzerine Galatasaray kulübü hakemin değiştirilmesi için federasyona başvurdu. hakem şaşırmıştı. ve ağlayıp sızlamaya başlamıştı. 'ne olur Galatasaraylılar'a söyleyin böyle bir sebepten dolayı memleketime dönemem maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim.'

''Yöneticilerimiz bir toplantı yaptı, hakemi kabul etti ve o yugoslav hakemle iki takım maça çıktı. 10 haziran 1959... Dolmabahçe stadı yükünü almış, ezeli mücadeleyi bekliyor. Sıcağa rağmen tribünler herzamanki gibi rengarenk... Oyun hızlı başlamıştı. maçı mutlaka kazanmak istiyorduk. Çok hırslıydık... Turgay uzun bir degaj yaptı. Boş top, ceza sahasının üstüne süzülmüştü. Topa kaleci Özcan arkoç ile birlikte yükseldik. Özcan topa uzanabilmek için adeta benim sırtıma tırmanmıştı.. Çok yükselmiş, bu sebepten de dengesini kaybetmişti. İkimiz birden yere düştük. Özcan anlayamadığım bir şekilde kıvranmaya başladı. o anda fenerbahce tribünleri benim Özcan'a vurduğumu zannederek küfretmeye başlamıştı. O çirkin tezahüratın ilk defa muhatabı oluyordum. Şaşırmıştım ve utanmıştım. Suçlu olmamama rağmen utanmıştım. o sırada yanıma Fenerbahçeli Nazi erdem ve Basri dirimlili geldiler. İkisi de çok sevdiğim arkadaşlarımdı...''

''Benim kasıtlı bir hareket yapmayacağımı benden iyi bilirlerdi.Ben onlarla konuşurken birden diz kapağıma bir tekme yedim.Acıyla tekmeyi vurana baktım.Bana vuran,kendine fenerbahce'de yer edinmeye çalışan Avni idi. O acıyla ben de Avni'ye bir yumruk attım.Yumruğu Avni'nin suratına indirince saha karıştı.Antrenörümüz George Dick, Eşfak Aykaç,Muzaffer Bozok ve menajerimiz Osman İncili beni olaylardan sıyırıp saha dışına götürmeye çalışıyorlardı. O kargaşa arasında yöneticimiz Muzaffer Bozok ile Osman İncili yugoslav hakeme kızıyorlardı. Aradan iki üç dakika geçmiş, saha boşaltılmıştı. yugoslav hakem hışımla yanıma yalaştı ve saha dışını gösterdi.O güne kadar hiçbir hakemden bu kararı duymadığım için neye uğradığımı şaşırmıştım. Hırsımdan ağlıyordum.Sahadan çıkmadan önce gidip fenerbahçe tribünü önünde çakıldım.Ben gidince onlar da şaşırdı.Biraz önce o çirkin kelimeleri bana layık gören insanlardı onlar.Durdum.Bir baştan bir başa o triibünleri süzdüm. Sonra eğildim ve bana küfedenleri selamladım. ''Ortalık sakinleşmişti.Ben soyunma odasına gitmeye kara verirken Suat,Turgay ve diğer arkadaşlarım kolumdan tutup 'Dur,hakem kararını değiştirdi galiba" dediler. ''Oyun duralı 7 dakika olmuştu ve 7 dakikadan sonra yugoslav hakem beni sahadan atmaktan vazgeçmişti.Karar değişince Fenerbahçeli futbolcular kahroldular.

Bundan sonra yüz binleri ağlatan tek golü ben atacaktım.37.dakikada ağları parçalayan bazukayı Fenerbahce kalesine ben yolluyordum. Allahım rüya gibiydi sanki o an...

Nuri bir pas atmıştı,sola doğru kaçtım.Osman hızla üzerime geldi,onu atlatmak benim için zor olmadı.Aut çizgisine kadar gittim sol ayağımı çizgiye dayayıp topu kepçeledim.En büyük korkum Naci idi. Naci Erdem ekseri bu toplara çift dalardı.Fakat ondan da sıyrıldım.Evet, önümdeki topa çok dar açıdan vurmak zorundaydım.Bu bir an meselesiydi. bu kısa zaman içinde başımı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya tüm kuvvetimle vurdum.Kaleci Özcan, köşeyi kapatmıştı.Buna rağmen top hızla kaleye girdi.İnanın topun baktığım noktadan dışarı çıktığını ve ağları parçaladığını sonradan öğrendim. golden sonra arkadaşlarımın sırtındaydım. tribünlerden 'cim bom bom..." sesleri yükseliyordu. halbuki hakem de dahil, golü dolmabahçe satdındaki kimse farketmemişti. hakem önce aut vermiş, sonra parçalanmış ağları görünce gole hükmetmişti. maçtan sonra fenerbahce'nin eski kaptanlarında fikret arıcan 'vallahi azizim bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam Bekir'di...ama itiraf edeyim ki Metin daha iyi vuruyor...' diyordu . "

"Eşim ve ailesinin sürekli baskısındaydım. Evliliğimin ilk günlerinde topu bırak diye diretmişlerdi. Gülüp geçmiştim bu komik sözlere. Ben nasıl aç susuz yaşardım ki? futbol benim dünyamdı. topu bırak emri yerine gelmeyince bu defa daha komedi bir teklifle karşılaştım ' Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön...' diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam. nasıl bırakırım Galatasaray'ı? Evet İzmir'i eşim kadar severim. ama benim bir de sevdiğim Galatasaray'ım var.

O aralar bizim rusya seyahatimiz vardı. eşim oya, kafasındaki acı planı İzmir' de uygulamaya koymuş. benim adımı ve imzamı kullanarak, beden terbiyesi genel müdürlüğüne bir mektup götürmüş...gazetecilere de 'Metin Galatasaray'da satışa çıkarılmasını istedi ' demiş... aman yarabbim... böylesi görülmüş şey değildi. İzmir bölge müdürü mektubu almış ve 'peki efendim' demiş. 'mektubu hemen ankara'ya yolluyorum...'
Bu mektubu ciddi zanneden Galatasaraylıları bir telaş almış. ben rusya'da iken bir yardım kampanyası açılmış. amaç para toplayıp benim Galatasaray'da kalmamı sağlamak. bunu duyunca Oya İzmir'den feryadı basmış ' metin 500 bin liraya bile Galatasaray'da kalmayacak '
haber bana ulaştırılınca, gazetecilere bir açıklama yapmak zorunda kaldım. ve şu mesajı ilettim :

'Galatasaray'da kalmaya ailece karar vereceğiz.İzmir'i, eşim oya kadar severim ama benim bir de yürekten bağlandığım Galatasaray'ım var.'
ama oya, topağacı'ndaki evi boşaltıp, eşyaları İzmir'e götürmüş. olacak iş mi? o eşyaların bir çoğunu evlenirken Galatasaraylı taraftarlar hediye etmişlerdi. ne derdim Galatasaraylı taraftarlara ben ?Rusya'da artık daralmaya başlamıştım. nihayet yeşilköy'e inmiştik. ama gözlerime inanamıyordum, İzmirsporlu yöneticiler beni kaçırmaya gelmişlerdi hem de bavul dolusu para ile ama Galatasaraylılar da korumaya.

Meğer biz Rusya'dayken komuoyu ikiye bölünmüş, Oya mı kazanacak,ben mi? ben Galatasaray'ı seviyordum elbette benim dediğim olacaktı. ve rüçhan atlı'nın otomobiline biniyordum. Önce bizim eve gittik. kayınvaldem 'buraya galatasaraylılar giremez ' deyip kapıyı rüçhan ağabeyin yüzüne kapamıştı. hava elektriklenmmiş eşimle tartışmıştık, yüzüklerimizi atmıştık. bir basın toplantısı düzenleyerek 'ben parayı Galatasaray'a tercih etmem ' diyor ve Galatasaray'da kalıyordum.Avukatım Süha Özgermi Karşıyaka adliyesindeki üçüncü celsede boşanma işini bitirmişti bile...


12 Eylül 2008 Cuma

Hasan Şaş

SORU: Hasan Şaş’ı maç içinde çok agresif görüyoruz. Hiç konuştunuz mu?

Adnan Sezgin: Özünde çok iyi bir insan. Çok da iyi bir kalbi var. Ama zaman zaman kendini kaybediyor. Her itirazdan sonra gördüğü kart için 5bin dolar cezayı üzülerek veriyoruz. Bizim önemli sponsorlarımızdan biri Hasan.

10 Eylül 2008 Çarşamba

Türkiye 1 - 1 Belçika

Ermenistan maçından sonra Belçika maçını da alıp 6 puanla güzel bir başlangıç yaparız diye düşünüyordum bu maç öncesinde. Sahaya çıkan kadroda şaşırtıcı olan tek isim Hakan Balta’nın yokluğunda sol bekte Denizlisporlu Çağlar Birinci tercihi oldu. Uğur Boral’ın oynamasını bekliyordum bende büyük çoğunluk gibi. Çağlar’ın ilk milli maçı oldu ve çokta iyi oynamadı bu seviyede. Arda, sürekli tek başına kaldı sol kanatta. Maç boyunca sadece 1 tane bindirme yaptı Çağlar, Arda’nın arkasından. Sakat olan Aurelio’nun yerinede M.Topal vardı kadroda. Maçın hemen başlarında iyide başlayan Tuncay’ın sakatlanması sonrası Halil oyuna girdi ama maç boyunca tek olumlu hareketini göremedik Halil’in Milli takıma alınmazsa her zaman ‘’Schalke’de başarılı maçlar çıkarmasına rağmen kadroya nasıl alınmaz’’ kalıbı kullanılıyor ama Milli takım forması altında bir türlü olmuyor işte Halil. Belçika, çok koşan herkesin bahsettiği gibi genç oyunculardan oluşan bir takım ama bizi yenebilecek güçte bir takım olmadıklarını gördük bu maçta. Belçika’dan golü yiyene kadar Arda dışında sahada futbol adına bir şey yansıtamadık bir türlü. Oldukça komik bir gol yedik zaten. Gereksiz yere yapılan bir faul, rakip takımın forvetini yani ilk başta önlem alınması gereken isimlerden birisini kimsenin tutmaması ve Volkan’ın sadece giden topu izlemesi Belçika’yı 1-0 öne geçirdi. Bu dakikadan sonra bizimkilerin aklı başına geldi aslında. Topu kanatlardan oynamaya başladık. Gökhan Gönül’ün devreye girmesi, Emre’nin aldığı topu sürekli kanatlara açması işe yaradı. Golü yapabilecek ortalarda geldi aslında ama ilk yarıyı golü bulamadan kapadık.


2.yarıda sağ kanatta hiçbir varlık gösteremeyen Kazım’ın yerine M.Topuz girdi ama Topuz sağ açık oynamak yerine o bölgede Gökhan’ı yalnız bırakarak ortaya daha yakın oynadı. Bu şekilde olunca iki kanattaki tüm yük hiç destek alamayan Arda ve Gökhan’ın üstüne kaldı.Bu iki isimde bir yere kadar taşıyabildiler bu yükü. Özellikle Arda’ya en çok ihtiyacımız olan anlarda Arda oyundan düştü. 3.oyuncu değişikliği için Ayhan’ı bekledim 2.yarı boyunca ama Fatih hoca Topal’ı çıkartıp Mevlüt’ü sahaya sürdü. Emre’nin iyi oynamaya başladığı dakikalarda onun yanında top yapabilecek-Emre’ye eşlik edip ileriye de çıkabilecek bir isime ihtiyaç vardı. Mevlüt’ün sağ açığa geçmesiyle M.Topuz Emre’nin yanına iyice yerleşti ama beklenileni veremedi. 1-1 yakaladıktan sonra sürekli şişirmekte saçma bir yöntemdi. Maç boyunca neredeyse tek hava topu indiremedik ama topu şişirmekten vazgeçmedik. Kendi evimizde bizden güçsüz bir takıma kaybedilen 2 puan kötü oldu. Önümüzde kendi evimizde oynayacağımız Bosna ve Estonya deplasmanı var. Bosna bugün Estonya’yı 7-0 ile geçti ve umutlu bir şekilde gelecek buraya. Yapılacak puan kaybının telafisi olmaz bundan sonraki 2 maçta. Bu takımın Dünya Kupasına katılamaya hak kazanacağına inanıyorum. Yine ıstırap çektirirler ama başarırlar bu işi. İspanya şu sıralarda oynanan maçta Ermenistan önünde 2-0 önde 6 puanla başladılar gruba.Eklemeden geçmemek lazım bu arada F.Engin ve Selçuk Yula maç boyunca işkence ettiler maçı izleyenlere. 4.oyuncu değişikliğini bekleyen S.Yula için söylenecek çok fazla şey var aslında…

9 Eylül 2008 Salı

Hırvatistan - İngiltere


2010 Dünya Kupası elememe maçları Cumartesi günü ilk maçların oynanmasıyla beraber başladı. Milli takımımız Ermenistan'ı 2-0 ile geçerek 3 puanla başladı grubuna. Siyaset bu maç öncesinde futbolun önüne geçtiği ve cidden maç hakkında söylenecek pek fazla birşey olmadığı için birşey yazma gereği duymadım bloga. Maçın tek ve en güzel görüntüsü olan Arda'nın Ermenistan'lı oyuncuları ipe dizdiği görüntüleri Trt'nin dandik bir dizisinin reklamını ekranın altına yapıştırmasıyla net göremedik. Yarın gruplarda 2.maçlar oynanacak. Herkesin merakla beklediği maç 6.grupta yer alan iki takım Hırvatistan ve İngiltere'nin maçı. Yukarda ki resimlerde görülen anları unutamamıştır İngilizler. Avrupa Şampiyonası elemelerinin son maçında Hırvatlar İngilizleri 3-2 yenerek evlerinde bırakmışlardı. McClaren'in yerine Capello'yu getirerek değişime gittiler İngilizler bu maçtan sonra. Capello'nun da çok iyi başladığını söyleyemeyiz açıkcası. İlk maçta Andorra'yı 2-0 ile geçti İngiltere ama şu zamana kadar oynanan oyundan pek memnun değiller. Bu maçı intikam olarak görüyorlardır doğal olarak alınacak kötü sonuç Capello için çok iyi olmayacak. Hırvatlarda ilk maçlarında Kazakistan'ı 3-0 ile geçtiler.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Dexter-Prison Break

Hastası olduğumuz dizlerin başında gelen Dexter ’ın 3.sezon 1.bölümü internete sızdı dün itibariyle. Geçen sezonda ilk 2 bölümü yayın tarihinden çok önce nete düşmüştü, ilgili sitelerde çeşit çeşit linklerden indirilebilir. İlk çıktığı zaman konusu direk ilgimi çekmişti ama ilk 2 bölümü izledikten sonra bir kenara atmıştım. Bu yazın başında tekrar bir şans verdim dizi sıkıntısı yaşadığım günlerde ve 2 sezonun 3-4 günde bitirdim geceleri izleyerek. İlk başlarda izleyene çok fazla akıcı gelmese de 4.-5. bölümden sonra sıradaki bölüme geçmek için bekletiyor kendisini. Dexter Morgan karakteri ise ayrı bir yazı konusu olmalı aslında, hastasıyız kendisinin. Dizinin ‘’resmi’’ başlangıç tarihi 28 Eylül.

Bu arada Prison Break’te başladı ve ilk 2 bölümünü izledik 4.sezonun. Hala efsane olan ilk sezonun hatırına izlettiriyor kendisini. İlk sezon yayınlanırken kotalı internet kullanıyordum ve sırf Prison Break için kotayı gözüm kapalı Prison’a emanet etmiştim tabi daha sonra sınırsıza geçip bu dertlerden kurtulduk. Abruzzi’yi saygıyla anmak lazım, büyük adamdı. 4.sezonda yine merak,ne yapacaklar-nasıl çözüm bulacaklar duygusunu üst düzeyde yaşatıyor ama bunun yanında gereksiz zorlamaları da yanında getiriyor dizi. İlk sezondaki haliyle hatırlamak en iyisi bu diziyi. Weeds ve Oz’a devam ederken Entourage’in de bir an önce başlamasını bekliyorum.

4 Eylül 2008 Perşembe

Benzinci Noel

"Manchester United taraftarının aldığı her litre benzinin bize transfer kaynağı olacağını bilmek güzel"


Manchester şehrinin ezilen kesimi olan City'de şu sıralar bayram havası var. Malum araplar City'yi alıp da Robinho'ya "kazık mazık para bende arkadaş" diyerek 42 milyon Euro verip transfer etmesi ve "yapacağımız transferler için 800 milyon Euro ayırdık" demesi City taraftarlarında hezeyan'a sebep oldu. EPL'ye bu satışın etkileri, futboldaki endüstriyel düzen vs konularına sonra değiniriz, bu gelişmeler sonrası tabi ki Manchester şehrinde demeçler ufak ufak başlamış. Bunca zaman ezilen tarafın yanında yer almak kolay değil elbet, birşeylere aklınız eriyor, takım tutmaya başlıyorsunuz ama tüm hayatınız hep bu konuda mutsuz geçiyor. United'ı günahı kadar sevmeyen Oasis gurubundan Noel Gallagher ( ki zamanında konserinde United'a karşı küfürleri meşhurdur.) üstteki demeçle ayarı vermiş inceden. Zaten kötü müzik yapıyorsunuz bari akıllı ol be Noel.

Curbishley,King Kev

Geçtiğimiz hafta oldukça zorlu geçti benim açımdan, annemin rahatsızlığı yüzünden bir süredir zor günler geçirdik. Çok şükür şimdi iyi, biz de hayatımıza geri döndük. Geçtiğimiz haftaki gelişmeler ilginç denebilecek türden;

Alan Pardew'le zamanında neredeyse takas olarak koltukları değiştiren Alan Curbishley 2006'nın sonunda geldiği Westham United menejerliğinden istifa etmiş. Geçen sene Harewood, Benayoun, Konchesky gibi isimlerin kaybına rağmen sezonu aslında fena da bitirmemişlerdi. Açıkcası o kadar kayıpla Premier League'de 10.sıra oldukça iyi denebilirdi. Bu sezon takım patronlarıyla transfer döneminde zaten oldukça hararetli tartışmalar yaşamıştı Curbishley, transferin son döneminde McCarthy ve Ferdinand'ın da ayrılması yönetim ve Curbishley arasında derin uçurumlar açtı. Sezona nefis başlayan West Ham'da bu ayrılık ortalığı çok karıştırır gibi.

Bir diğer beklediğim ama istemediğim haber bu hafta Castle'dan geldi. King Kev'in 2.dönemi'de sona ermiş. İngilizlerin ve Castle taraftarlarının efsane ismi Kevin Keegan 8 aylık süren görevinde transfer sezonunda özellikle büyük patron Mike Ashley'le kesenin ağzını açması konusunda tartışmalar yaşıyordu. Michael Owen'ın sözleşme problemi, James Milner'ın satışından haberdar bile edilmemesi ipleri gerdikçe geren gelişmelerdi. Öncesinde Kev'e istediği bütçeyi vermeyip Leeds olmayacağız biz arkadaş diyen bir mesaj da vardı tabi yönetim kanadında. Taraftarın da desteğiyle transfer isteyen Keegan istedikleri olmayınca yada ağırdan alınınca hem Wise'a hem de Ashley'e karşı soğukluk iyice su yüzüne çıkmıştı. Geçen hafta alınan Arsenal mağlubiyeti ( ki son derece normal bir sonuçtur) ipler kopmuş ve Wise kendisinden artık ayrılmasını istemiş. Son durum itibariyle elde kalan klübü elinden çıkarmaya çalışan transfer politikası konusunda politika özürlü bir başkan, 11 sene önce olduğu gibi yönetimle birbirine girip ceketini alıp giden bir menejer ve üzüntüyle başbaşa kalan taraftarlar var. St. James' Park'ta bu sene gene elde var hüzün denecek gibi, hele ki beklenen satış gerçekleşmezse kara günler daha da yakın olabilir. King Kev yerine ilk aday tabi ki Dennis Wise.

Hayırlı olsun


Eski Seattle Supersonics, yeni Oklahoma City Thunder'ın logosu ve renkleri tanıtıldı. NBA'den çok NCAA, NBDL takımlarına yakışan bir isimle başlamışlardı zaten logoda tam kolej takımı havasında olmuş, takım sahibi Clay Bennet takım renkleri olan mavinin eyalet bayrağından, sarının ise Oklahoma güneşinden olduğunu söylemiş. Zorlamanın da zorlaması yapılmış gibi geliyor bana. Hayırlısı olsun diyelim.

Football Manager 2009



Football Manager 2009’un tanıtımı dün akşam saat 20.00’da yapıldı. Bu sene oyundaki en büyük yenilik artık maç motorunu 3d haline getirmeleri olmuş. Ekran görüntülerinden çok kötü gözükmüyor açıkcası. 2d’ye bile karşı çıkan büyük bir kesimin olduğunu biliyorduk. Şimdi ise yine büyük çoğunluğun istemediği 3d’yi oyuna getirdiler. Uzun süredir üstünde çalışıyorlarmış bu yüzden sağlam bir maç motoru yaptıklarını düşünüyorum. Ekran görüntülerinde gözüken 3d maç motorunun daha geliştirilmiş bir biçimde oyunseverlerle buluşacakmış. Oyunda maçları yine 2d olarak ta izleyebileceğiz. Oyunda tabi yeni değişikliklerde var. Artık oyuncularla maç içinde konuşabilecekmişiz. Basın ile olan etkileşimler arttırılmış, basın toplantılarında peş peşe sorular alacakmışız basın tarafından. Oyunun en önemli kısmını oluşturan transfer bölümü de baştan aşağı değiştirilmiş. Gerçek hayatta olduğu gibi bol bol transfer haberi çıkacakmış.

Daha fazla bilgi-ekran görüntüsü ve videolar için şuraya bakılabilir. Oyunun çıkış tarihi ise 14 Kasım olarak açıklandı.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Robinho

Transferin son gününde takımı Shinawatra’dan alan Araplar başlangıcı Robinho ile yaptılar. Çıkan haberlere bakarsak transfer dönemlerinde çok bahsettirecekler kendilerinden. Şimdiden etrafta uçuk rakamlarla dolaşmaya başlamışlar.

2 Eylül 2008 Salı

Efes Cup

Özür dilerim bazı sorunlarla boğuştuğum için Efes Cup maçlarımızı izlememe rağmen, vaktinde yazamadım. O yüzden daha bir özet şeklinde geçeceğim.

Sonuçlar:

Portekiz 64 – Bosna Hersek 83
Türkiye 82 – İngiltere 58
İngiltere 100 – Bosna Hersek 98
Türkiye 75 – Portekiz 68
Portekiz 79 – İngiltere 80
Türkiye 76 – Bosna Hersek 70

Önce İngiltere maçıyla başlayalım ve en baştan belirtelim ki, rakibimiz Luol Deng ve Ben Gordon gibi iki önemli oyuncusundan yoksundu. Buna rağmen aşırı derecede zorlandık. Özellikle de savunmada. Maçta dikkatimi çeken şeylerden biri dış şuta bağımlı oyunumuz oldu. Çok fazla zorlama üçlük denedik. Üçüncü çeyreğin başında üstüste 3 isabet bularak maçı kopardık ama bunlar bana doğru hücum tercihleri değildi. İçeriden sayı üretememizin bana göre en büyük nedeni Ermal’in ve Mehmet’in kadroda olmayışı. Ermal içerde birebir sayı üretimiyle etkili olan bir uzunumuz. Mehmet’in dış şut tehdidine karşı ise, rakip uzunun içeriyi boşaltması kısalarımıza penetre şansı veriyordu. Kadrodaki tek içeriden sayı üretimiyle bizi rahatlatacak olan oyuncu Oğuz Savaş, onu da Tanjeviç maçların ilk çeyreklerinde kullanmayı pek düşünmüyor. Hücumda boyalı alandan sayı bulamadığımız gibi, defansta da bu konuda İngiltere'ye karşı çaresiz kaldık. İngiltere güçlü ve atletik forvetleriyle pota altından çok sayı üretti. Özellikle Mensah-Bonsu ve Larkai ile etkili oldular. Guardlarının şut sokmaktaki sıkıntısı ise aşikardı. Alan savunmasına ne zaman geçeceğiz diye tam 1.5 çeyrek boyunca düşünüp durdum. Neyse ki devreye 3 dakika kala Tanjeviç inadını bıraktı. Dış şutlarda başarılı olamayan İngiltere karşısında fark bir anda 8 sayıya çıktı. Üçüncü çeyreğe ise yukarda belirttiğim gibi Ender ve Engin’in isabetli dış şutlarıyla başladık ve fark 2 dakika içinde 16’ya çıktı. İngiltere mola alsa da, alan savunmasına karşı hücum etmekte çok zorlandılar ve maçı kopardık. Hido maçın kahramanıydı Türkiye adına, sayı üretmekte zorlandığımız anlarda sahneye çıktı, ayrıca asistleriyle de etkiliydi. Kerem de kritik anlarda üçlükleriyle katkı yaptı. Ayrıca ben Sinan’ı oldukça beğendim. Oğuz ise iddiasız bir maça dönüşen mücadelede farkın açılmasını sağlasa da, özellikle defanstaki performansı elemeler için umut verdi. Bir ek not: Maçta Ersan’ın topu çalıp hızlı hücumu sayıyla bitirdiği bir pozisyon oldu. Ersan’ın hala top hakimiyetini, dribblingini yeterince geliştirmediğini gözlemledim.
İkinci maçımızda, Portekiz’i ağırladık. Geçen maçın kahramanı Hido, ilk çeyrekte takımımızı sırtladı. Onun eline top değmediğinde çok kısır bir takım görüntüsüne bürünüyorduk. Portekiz takımı da tıpkı İngiltere gibi içeri çok rahat penetre ediyordu. İkinci çeyrekte de hücum ribaundlarında etkili olarak oyuna ağırlığını koymaya çalıştılar. Bizde ise üstüste mükemmel asistleriyle takımı yöneten Hidayet’e, ısınan Ersan yardım etti. Hatta ısınmak ve yardım kelimeleri bile yeterli değildi onun için. Neredeyse attığı her şut isabetli oldu ve takımın en skoreri haline geldi. Ayrıca hücum ribaundlarında da çok aktif olan Ersan 3 pozisyonda girmeyen topu tamamlayarak sayı buldu. İlk yarıyı 8 farkla önde kapamamızın nedeni Ersan’ın 15, Hido’nun da 12 sayısıydı. İkinci yarıda dış atışlara dönmemimizi fırsat bilen Portekiz boyalı alandan sayılar buldu ve farkı kapadı. Tam korkmaya başladığımız anda, takımımız tek hücumda 9 pas ile mükemmel bir organizasyon yaptı ve bomboş kalan Kerem üçlüğü gönderdi. Ondan sonraki hücumda da Ender aldığı topu hemen kaldırarak el üstünden bir üçlük buldu. Fark yine açıldı. Son çeyrekte de savunmamızı sertleştirdik, hücumda zorlansak da Portekiz’in yakınlaşmasına izin vermedik. Son çeyrekte yanılmıyorsam yalnızca 9 sayı atabildiler. Bu çeyrekte Milliler’in sergilediği savunmayı elemelerde de görmek istiyoruz.
Şampiyonun belirleneceği son maç ise Bosna Hersek ile idi. Maçın başında Sinan yaptığı savunma ve çaldığı toplarla etkiliydi. Fatih de erkenden aldığı 3 faule rağmen müthiş bloklarıyla takımımızı defansta ayakta tuttu. Ancak buna rağmen pota altından oynamakta ısrar eden Bosna Hersek, bu bölgede bize üstünlük kurdu. Hido maça çok kötü başladığı için hücumda bocaladık. Ancak Fatih’in yerine oyuna giren Oğuz, Kerem ve Ender’in müthiş asistlerini değerlendirerek üstüste 9 sayı üretti ve takımın bütün skor yükünü üstlendi. Hidayet yeniden oyuna girdiğinde ise inanılmaz uzun bir beşle sahada yer aldık: Ender-Hido-Ersan-Kerem Gönlüm-Oğuz. Kerem bu bölümde bloklarıyla Boşnak uzunlara geçit vermedi. Ancak geri koşmakta zorlandığımızı söylememiz lazım. Rakip takım defansta aldığı her ribaund sonrası hızlı hücuma çıktı ve onları durduramadık. Üçüncü çeyrekte savunma dozajımızı arttırdık ve Bosna Hersek’e içeriden sayı imkanı vermedik. Bunun üzerine çok kötü seçimiş dış şutlara yöneldiler. Biz ise Hido’nun takıma yön vermesi, Ersan’ın hücum ribaundları ve Engin’in güzel asistleri ile farkı 18’e kadar çıkardık. Bajramovic hem içerden hem dışardan birebir oynayarak bulduğu sayılarla takımını skorda yakın tutmaya çalıştı ancak kendisine yardım edecek kimse yoktu. Bosna Hersek son çeyrekte alan savunmasına geçti, biz de iyi top dolaştırmak yerine el üstünden şutlarla cevap vermeye çalıştık. Başarılı olamadığımızı söylememe gerek yok zannedersem. Nitekim hızlı hücumlarla beraber, iki tane de dış isabet bulan Bosna Hersek farkı 6 sayıya kadar indirdi. Tabii fark 18’den 6’ya kadar inerken Tanjeviç napıyordu diye soranlar olacaktır. O da sizin bizim gibi kenardan izliyordu. Molalarını harcamak konusunda bir hayli cimriydi anlayacağınız. Moladan dönüşte Ersan’ın üstüste bulduğu dış atışlarla farkı yeniden açmayı 10’un üzerine çıkarmayı başardık. Ancak maçın sonlarına doğru top kayıplarımız nedeniyle fark yine 6’ya inmişti. Bir hızlı hücumda Bremer topu kaybedince, Kerem Gönlüm bomboş bir smaç buldu ve 4’e inmesi gereken fark 8’e çıktı ve maçı kazanmayı garantiledik. Ancak son bir dakika içinde Milli takımımız bir basket faul imkanı verip üstüne de top kaybı yapınca, heyecanlandık. Bu fırsatı da değerlendiremeyen Bosna Hersek turnuvayı ikinci olarak kapattı. Gerçi zaten 14 sayı farkla yenmeleri gerekiyordu şampiyon olabilmeleri için. Hidayet de MVP ödülünü kaptı. Darısı NBA'deki MVP ödülüne diyelim (Hayal etmek güzel şeydir).
Şunu belirtmem lazım ki, hücumda pota altında Oğuz haricinde silahımız olmasa da, yetenekli oyuncularımız ile bu sorunu bir şekilde aşabiliyoruz. Tabii zaman zaman kolaya kaçıp zorlama üçlükler denediğimiz de oluyor, bu konuda Tanjeviç takımı uyarmalı. Ancak Milli takımımızın asıl problemi bence savunması, içeride Ömer yokken gerçekten vasatın altında. Fatih oynayınca direncimiz elbette artıyor ve Fatih muhteşem bloklarıyla takıma enerji de katıyor. Fakat savunmada yapılmayacak hataları da beraberinde getiriyor bu blok aşkı. Ek olarak, Fatih’in oyunun hücum yönünde hemen hemen hiç etkili olmadığını biliyoruz. Zaten bu nedenlerle Tanjeviç ona yeterince şans vermiyor. Savunmamızdaki gedikler nedeniyle elemelerde zaman zaman alan savunması yapıp, rakiplerin dış şutlarda isabet bulmamasını ummamız gerekebilir. Özellikle de atletik oyunculara sahip Fransa karşısında.